Sevgili'ye...

senin kalbinden sürgün oldum ilkin
bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin dışında
sana geldim
ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
uzatma dünya sürgünümü benim

güneşi bahardan koparıp
aşkın bu en onulmazından koparıp
bir tuz bulutu gibi
savuran yüreğime ah
uzatma dünya sürgünümü benim

nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
ayaklarımdan belli
lambalar eğri
aynalar akrep meleği
zaman çarpılmış atın son hayali
ev miras değil mirasın hayaleti
ey gönlümün doğurduğu
büyüttüğü emzirdiği
kuş tüyünden
ve kuş sütünden
geceler ve gündüzlerde
insanlığa anıt gibi yükselttiği
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

bütün şiirlerde söylediğim sensin
suna dedimse sen leyla dedimse sensin
seni saklamak için görüntülerinden faydalandım salome'nin belkis'in
boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın sen bellisin.
kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
ey gönüllerin en yumuşağı en derini
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta
yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
çatı katlarında bodrum katlarında
gölgelendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
hep kanlıca'da emirgan'da
kandilli'nin kurşuni şafaklarında
seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
sana geldim
ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da

ey çağdaş kudüs (meryem)
ey sırrını gönlünde taşıyan mısır (züleyha)
ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

dağların yıkılışını gördüm bir venüs bardağında
köle gibi satıldım pazarlar pazarında
güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
verilmemiş hesapların korkusuyla
sana geldim
ayaklarına kapanmaya geldim
af dilemeye geldim affa layık olmasam da
sevgili
en sevgili
ey sevgili
uzatma dünya sürgünümü benim

ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır
yoktan da vardan da öte bir Var vardır
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

sevgili
en sevgili
ey sevgili

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE - Sezai Karakoç

Ballı Baharatlı Sıcak Elma Suyu


Aniden soğuyan havalarda içinizi ısıtacak, soğuk algınlığına iyi gelecek bir içecek tarifi.
Yanında da bu lezzetin çağrışımı ile hatırladığım bir parça;
Hindistan by Mazhar Alanson on Grooveshark

Malzemeler :
2 adet elma
2 çorba kaşığı kuru üzüm
1,5 lt su
2 çorba kaşığı bal
1 tane kabuk tarçın
5-6 tane karanfil
3-4 tane yıldız anason

Yapılışı :
Elmalar kabuk ve çekirdekleri ile birlikte ince ince dilimlenir.
Tüm malzemeler tencereye alınarak kapağı kapalı şekilde pişirilir. (Kaynama başladıktan 20 dk sonra hazırdır.)
Sıcak servis yapılır.

Şifa niyetine efendim...
Kaynak : Lezzet Dergisi - Kasım 2011

Pırasalı ve Meksika Fasulyeli Pirinç Pilavı

Bu pilav tarifini bir kaç gün önce televizyonda bir yemek tarifi programında gördüm. Büyük olasılıkla daha çarpıcı bir ismi vardı ancak programı yarım yamalak seyrettiğimden yakalayamadım, bu ismi ben verdim.
Sebzeli, baklagilli, hem sağlıklı hem lezzetli bir pilav oluyor. Vejetaryenler için ideal bir yemek.
Bir dahaki sefere tarifi yorumlayarak bulgur veya firik ile denemeyi ve daha da sağlıklı bir çeşitleme elde etmeyi umuyorum :)

Malzemeler :
4-5 tane pırasa
4-5 tane taze soğan
250 gr konserve meksika fasulyesi
2 su bardağı pilavlık pirinç
3 su pardağı su (tavuk suyu veya et suyu da kullanabilirsiniz)
1 tane kabuk tarçın
2 dilim - halka şeklinde - portakal
3-4 çorba kaşığı zeytinyağı
1 çay kaşığı toz şeker
Tuz, karabiber

Yapılışı :
Pırasa ve taze soğanlar yeşil kısımları ile birlikte yarım santimetre kalınlığında doğranır.
Konserve meksika fasulyesi açılarak sudan geçirilir. Süzgeçte bırakılarak iyice süzülmesi sağlanır.
Pirinç yıkanarak soğuk suda bırakılır.
Zeytinyağı tencereye alınır, ısınınca pırasa ve taze soğanlar eklenir, suyunu salıp çekene kadar - yaklaşık 10-15 dk. - kavrulur.
Pirinçler iyice süzülerek tencereye alınır. Şeker, tuz ve karabiber eklenerek pirinçler şeffaflaşana kadar kavurma işlemine devam edilir. Sonrasında sırasıyla; su, fasulye, portakal dilimleri ve tarçın ilave edilir. Malzemenin iyice karışması sağlanır.
Tancerenin kapağı kapatılır ve iyice suyunu çekene kadar kısık ateşte pişirilir. Piştikten sonra kapağına kağıt havlu konup, mümkünse bir sofra bezine sarılarak yarım saat demlendirilir. Demlendikten sonra pilav alt üst edilir ve içerisindeki portakal dilimleri ile tarçın çıkarılır.
Sıcak servis yapılır.
Afiyet olsun.
Ağaç bütün,
Işık bütün,
Meyve bütün,
Benim dünyam paramparça..

Büyük bir ayna kırılmış,
Kırılıp yere dökülmüş,
Kainat içine düşmüş,
Düşmüş ama paramparça..

Yaprak yaprak yapıştırdım,
Diyar diyar dolaştırdım,
Bir alevdir tutuşturdum,
Yandım ama paramparça...

PARAMPARÇA - Bedri Rahmi Eyüboğlu

Bayram


Tüm ziyaretçilerimin bayramını tebrik ederim.
Dilerim bu günler kibir, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük, hırs, merhametsizlik, nezaketsizlik, samimiyetsizlik, anlayışsızlık, bencillik, yalancılık ve duyarsızlıklarımızı kurban edebilmemize bir vesile olur... Bizi beşerlikten insanlığa yaklaştırabilir... (Video için Karagöz'e teşekkürler.)

Bir NEFES Huzur


Nefes Yayınevinin video arşivinden Mesnevi ve Füsus-ul Hikem ders kayıtlarını izleyebilirsiniz. Siteye üyelik ücretsiz.

Minik Vazom

Evimizin emektarlarından kâl-u belâdan kalma seramik diş fırçalığımızı atmaya gönlüm elvermedi. Akrilik boya ile bir kaç kat inci beyazına boyadıktan sonra dekupaj uyguladım. Sprey vernik ile vernikledim. Artık ömrüne minik bir vazo olarak devam ediyor.
Boyamadan önce şöyleydi:













Meraklısı için bir not :
Seramik, porselen, mobilya...v.s. gibi vernikli veya sırlı yüzeylere akrilik boyanın yapışabilmesi için bir kaç kat glass medium sürebilirsiniz. Glass Medium hobi malzemesi satan yerlerde bulunabilir.

Cordoba (Kurtuba) Gezi Notları

Endülüs Gezi Notlarıma Cordoba ile başlıyorum...
Sevilla'dan Cordoba'ya günübirlik bir gezi planı ile sabahın erken saatlerinde yola çıktım. Otobüs biletlerimi bir gün öncesinden almıştım.
Otobüs dümdüz bir ovada yolculuga başladı. Ufka kadar uzanan zeytinlikler, mahsülleri çoktan toplanmis sapsari tarlalar, küçük çiftlikler ve yer yer söğüt ağaçları... Yol kenarlarında zakkumlar... Ova gune yeni uyanıyordu, henüz gecenin serininden kalma sis bulutu kalkmamıştı.
Otobüsümüz yolda La Campana isimli bir kasabaya uğradı. Burada insan kendini bir orta çağ filminin ortasında gibi hissediyor. Bir daha Endülüs yollarına düşersem, buraya mutlaka uğramak isterim.
Otobüsün Sevilla otogarından Cordoba otogarına varması iki saat sürdü. Cordoba'da tarihi eserlerin bulunduğu bölgeye varmak için de yaklaşık on beş dakikalık bir otobüs yolculuğu yapmak gerekiyor. (Bu yazının yazıldığı tarihte, bu ulaşım için 3 numaralı otobüsler kullanılıyordu.) Otogardan çıktığınızda hemen karşıda otobüs durakları görünüyor, ulaşım çok kolay. Ayrıca otobüs terminalinin tam karşısında Cordoba tren istasyonunu göreceksiniz, o istasyonun içerisinde bir turist ofisi mevcut. Şehirdeki gezilecek yerler ve ulaşım ile ilgili her tür bilgiyi ve şehir haritasını buradan ücretsiz temin edebilirsiniz.
Cordoba, Guadalquivir'in üzerine kurulmuş, uzun yıllar Endülüs'ün başkentligini yapmış, o dönemde çağdaşı kentlerden şehircilik ve medeniyet anlamında çok ileride olan, devrin önemli bilim adamları ve düşünürlerini yetiştirmiş bir kent. Neredeyse her evde bir kütüphanenin olduğu, hastane, hamam ve okullar ile dolu, tertemiz ve apaydınlık bir şehirmiş zamanında. O günlerden geriye çok az iz kalmasına rağmen hala buram buram Endülüs kokuyor.Cordoba Katedrali Mezquita ya da Kurtuba Ulu Camii.Bu yapı Cordoba'nın simgesi durumunda. Araplar Cordoba'yı aldıkları zaman, bir Roma tapınağı üzerine inşa edilmiş Saint Vincent kilisesini camiye çevirmişler. Camii muhtelif zamanlarda bir kaç defa genişletilmiş. Sonunda bu günkü büyüklüğüne ulaşmış. 24.000 metre karelik bir alan kaplıyor. Cordoba 1236'da tekrar İspanyolların eline geçtiğinde caminin içerisine bir şapel inşa edilmiş ve katedrale çevrilmiş. Ancak mihrab korunmuş. Müthiş bir derinliği ve manevi enerjisi olan bu yapı bir Endülüs gezisinin olmazsa olmaz noktalarından biri.
Giriş kapısı


Alminar (Nam-ı diğer çan kulesine çevrilmiş minare)


Yapıya derinlik hissini veren meşhur kırmızı beyaz Cordoba kemerleri


İki büyük dini temsilen mihrab ve yanıbaşındaki şapel


Patio de los Naranjos (yani portakal bahçesi) caminin avlusunda eskiden hurma ağaçları ve şadırvanlar varmış, yüzyıllar içinde hurma bahçesi portakal bahçesine dönüştürülmüş, şadırvanlar da yerini bu havuza bırakmış.





Al Cazar Sarayı'nın kulesine çıkıp kenti kuş bakışı seyredebilirsiniz.


Cordoba'nın zihnimdeki ilk imgesi kupkuru bir sıcak olarak kalacak. Ekim ayina bir kaç gün kala gitmeme rağmen kırk dereceye yakın yakıcı bir sıcak vardı. O gün gördüğüm güneş ışığı bu seneyi çıkartmama yetebilir...:) Öğlen sıcağında kaçtığım hayvanat bahçesindeki dostlar ve ağaçların gölgeliği ise ilaç gibi geldi.

Gideceklere Notlar :
  • Planladığınız yerleri gezdikten sonra haritayı yırtıp daracık Kurtuba sokaklarında mümkünse kaybolun.

  • Şöyle serin avlusunda ağaçlar, ağaçların altında şakırdayan bir şadırvan olan, bembeyaz bir Cordoba evi bulup (çok aramanıza gerek kalmayacak), bir mola verip, bol buzlu bir sangria içmeniz naçizane tavsiyemdir.

  • Sevilla'dan Cordoba'ya bir kaç saatte bir otobüs kalkıyor. Ücret ve saatleri şu siteden inceleyebilirsiniz : http://www.alsa.es/portal/site/Alsa?portal.alsa.request.locale=en_GB

  • Cordoba'ya Sevilla veya Madrid'den tren ile de gidebilirsiniz. Şu adres işe yarayabilir : http://www.renfe.com/index.html

  • Araç kiralayarak da gidilebilir. Şehirlerarası yollar gayet rahat, tabii hız sınırlarına, trafik kurallarına ve trafik uyarı levhalarına riayet etmek lüzumlu. Cordoba Sevilla'dan özel araç ile 1,5 saat civarında sürer sanırım. (Otobüs biraz yavaş, durarak ve dolaşarak gidiyor.) Burada en kritik nokta; aracı Mezquita'ya yaklaşınca bulacağınız (muhtelif yerlerde nöbet bekleyen otoparkçıların yönlendirmelerine de fazla direnç göstermeyerek) ilk otoparka bırakınız; zira eski Kurtuba sokakları ancak bir aracın kılpayı geçebileceği genişliktedir:) Free otopark alanı bulmanız ise imkansız gibi.

  • Araba ile gidecekler için; Mezquita'nın hemen karşısında bir "oficina de turismo" daha var:)

  • Mezquita ve çevresini gezmek için yarım gün rahat rahat yeter.
    Gitmişken Medinetül Zehra + Botanik parkı + Hayvanat Bahçesi ni de gezmek isterseniz bir gün ayırabilirsiniz.

  • Yerebatan


    Çok geç kalmış bir Yerebatan Sarnıcı ziyaretinden kareler, tam Medusa başlarının yanına varmıştım ki fotoğraf makinemin pili bitti :)

    Binbirinci Geceden Sonra - Necib Mahfuz

    Nobel ödüllü Mısır'lı yazar Necib Mahfuz'un 1979 yılında yayımlanan eseri Binbirinci Geceden Sonra, Binbir Gece Masalları'nı sonlandığı yerden alarak, benzer bir üslupla, daha geniş bir karakter ve olay örgüsü ile devam ettirmeye çalışıyor. Bence başarılı bir modern masal denemesi. Şah Şehriyar'ın ülkesinden bir çok kahramanın kendi hikayeleri etrafında yavaş yavaş örülen roman, Şah Şehriyar'ın kendi içsel yolculuk hikayesi ile sonlanıyor.
    Herkese söyleyecek sözleri, hikmetli ve siyasi mesajları olan bu kitabı;
    Şehrazat'ın hikmetli hikayelerinin Şah Şehriyar'ın ruhuna ektiği tohumların ne zaman ve nasıl filizlendiğini merak edenlere,
    masal okumayı ve dinlemeyi sevenlere özellikle öneririm.
    (Maturella'ya teşekkürlerimle :) )
    "Şeyh efendi konuştu :
    'Bilmelisin ki altı engeli aşmadıkça 'salih' insanların, gerçek ermişlerin derecesine varamazsın... Birincisi, nimet kapısını kapayıp şiddet ve bela kapısını aralamandır. İkincisi ihtişam ve şeref kapısını kapayıp zillet ve tevazu kapısını açmandır. Üçüncüsü rahat ve lüks kapısını kapayıp ruh ve beden için cihad kapısını açmandır. Dördüncüsü, uyku kapısını kapayıp uykusuzluk ve fikir kapısını açmandır. Beşincisi, zengin olduğunu ve hiç kimseye ihtiyacın olmadığını vehmettiren kapıyı kapatıp her nefesinde Allah'a muhtaç olduğunu hissettiren kapıyı açmandır. Altıncısı ileriye dönük umutların ve planların kapısını kapayıp ölüme hazırlık kapısını açmandır.'" (Sf. 320)
    Roman-Oğlak Yayınları-2002-1.baskı

    Kürkçü Dükkanı

    İnişli, çıkışlı, bol yürüyüşlü, bazen zor koşullarla mücadele içinde, bazen keyifli, sıklıkla şaşırtıcı, kentten kente savrulduğum bir yolculuk sonrası yeniden İstanbul'da, konar göçer düzenden yerleşik hayat düzenine geçme çabası içerisindeyim.

    "Endülüs ve tadımlık Lizbon" seyahatimden işinize yarayabilecek notlarımı ve mütevazi karelerimi fırsat buldukça sizlerle paylaşacağım. Bu fotoğraftaki meraklı taze, Cordoba hayvanat bahçesinde tanıştığım, benim gibi fena amatör bir fotoğrafçıya bile bıkıp usanmadan uzuuun uzun pozlar veren, gönüllü manken arkadaşım. O da uzaklara kaçmak istiyor, tel örgülerden bıkmış usanmış. Cinsiyetini bilmiyorum ama "Papatya" ismini kendisine çok yakıştırdım :)

    Bu postta yazdıklarım gittiğim yerlerden bağımsız olarak, geziden bana kalanlar ve unutmamam gereken notlar... Daha çok kendim için, sizlere çok anlam ifade etmeyebilirler bu yüzden.

    Anafikir 1 : Tüm kalbimle, bir gün bütün sınırların ortadan kalkacağı, dileyen herkesin dilediği yerde özgürce yaşayacağı bir dünyayı umut ve hayal ediyorum. Zaten sınır denen şey bir adımlık mesafeden ibaret değil mi?:)
    Anafikir 2 : Anlaşmak ve muhabbet diller, kulaklar ile değil gönüller ile olurmuş. Bir bakmışsınız çok yakınlarınızla konuştukşa uzaklaşmışsınız. Bir bakmışsınız neredeyse hiç ortak sözcüğünüz olmayanlar ile anlaşmışsınız...

    Not 1 : Yıldızlarla hemhal olunacak... mümkünse her ay... yeni aydan hemen önceki gece...
    Not 2 : Spor! Spor! Spor!
    Not 3 : Belki de bir daha hayatım boyunca o kadar güzel bir gün batımına tanık olamayabilirim. Uçağa binerken fotoğraf makinemi yanıma alsaydım ne güzel olurdu...
    Not 4 : Sabun, Ezine peyniri, haşlanmış patates, lapa bile olsa birkaç kaşık pilav, Akbil!:), camımızı açtığımızda odaya dolan miss gibi oksijeni bol hava ve seriiiiincecik bir sabah meltemi... Bunların ne kadar tatlı şeyler olduğunu YOK olduklarında anladım. Hepsine ayrı ayrı hürmetlerimi bir borç bilirim :)

    Kıssadan Hisse 1 : Tebdil-i mekanda ferahlık vardır.
    Kıssadan Hisse 2 : Davulun sesi uzaktan hoş gelir.
    Kıssadan Hisse 3 : "Seyahat edin, sıhhat bulun."

    Kendimi tanıma yolunda bana kapılar açan bu yolculuğu nasip edene şükürler olsun.

    Yakın bir zamanda tekrar görüşmek üzere,

    Uzaklar


    Uzuuuunca bir yolculuğa çıkıyorum.
    Yola çıkmadan önce ihtiyacı olan herkes ve kendim için biraz ferahlık, biraz şifâ diliyorum.
    Döndüğümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.

    İstanbul'da sonbahara az kala...

    ...Bu sabah şu denizi kirala,
    mavi mavi hatırlayalım birbirimizi,
    bu öğlen güneşi kirala da,
    bir daha soğukluk girmesin aramiza,
    bu ikindi tembelliği kirala,
    belki gölgesinde kedin olurum senin,
    bu aksam bahçeyi kirala,
    elimizde büyüsün gül, menekşe, yasemin...

    KİRALIK - Haydar Ergülen

    .

    Silahlara veda
    Geceye rüyaya ve sana
    Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
    Düzenlerin çıkmazına

    Çizdiğim resmin
    Saat kulesi ağlıyor
    Ağzım o çeşit yok
    Şişe bu çeşit var

    Sen bir gece gelsen
    Güneş doğmasa
    Gitmeden yine gelsen
    Bu yeni geleni
    Bu bize bakanı
    Sana bir anlatsam
    Güneş doğmasa

    Sandıkların içini göstersem sana
    Çizdiğim resmin
    Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde

    Bir rafa koyabilsen
    Olup biteni ve onları

    Sabaha kadar konuşsak
    O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam

    Ateşi karı tüfeği çeksem
    Ocağa pencereye kapıya

    Kemana veda

    Yağmurda şeytan ve şapkası
    Silahın ölümünü kutluyorum

    Tren kaçırmış gibiyim

    Sana veda

    VEDA - Sezai Karakoç

    Limonata

    Koruyucu, renklendirici, yapay aroma içermeyen, gerçek limondan, az şekerli, bol C vitaminli, ev usulü limonata tarifi.

    Malzemeler :
    6 tane limon
    1 su bardağı toz şeker
    İçme suyu
    Arzuya göre taze nane yaprağı

    Yapılışı :
    Limonların kabuklarını (sadece sarı kısımları) rendenin ince tarafı ile büyükçe bir el tasına rendeleyin.
    Bu aşamada mümkün olduğunca sarı tabakanın altındaki beyaz kısımları rendelememeye çalışın, çünkü o kısımlar limonatanın tadını acılaştırır.
    Rendelenmiş kabuklara şekeri ilave ederek 5-10 dakika şeker ile ovun.
    Sonrasında iki bardak su ekleyerek şeker eriyinceye kadar ovmaya devam edin.
    Başka bir kaba limonları küçük küçük dilimleyin.
    Dilimlenen limonların üzerine bir bardak su ve taze nane yapraklarını ekleyin ve hamur yoğurur gibi suyunu sıkmaya başlayın.
    Bu şekilde 5 dakika yoğurmaya devam edin.
    Karışım yoğruldukça kabın içerisinde su birikecektir. Bu suyu diğer kaptaki limon kabuğu ve şeker karışımına ekleyin.
    Limon dilimlerinin üzerine bir bardak daha su ekleyin. 5 dakika daha yoğurun ve suyu diğer kaba aktarın.
    Limon tamamen sıkılıncaya kadar bu işleme devam edin. (4-5 defa yapmanız gerekecek.)
    Diğer kaptaki karışımı 40-45 dk bekleterek ince bir tülbentten süzün.
    Limonatanın tadına bakarak gerekiyorsa su ilavesi yapabilirsiniz.
    Limonatayı, içerisine bir kaç dal taze nane ekleyerek buzdolabında saklayabilirsiniz.

    Notlar:
    Bu ölçüler ile yaklaşık 2-2,5 litre limonata elde edebilirsiniz.
    Oranları koruyarak ölçüleri isteğe göre değiştirebilirsiniz.
    Çok şekerli bir limonata olmuyor, daha tatlı bir limonata için şeker miktarını biraz arttırabilirsiniz.

    Afiyet olsun

    Tabii Lezzet

    Geçen cuma derneğimiz Fa-Der'den dostlarla Tabii Lezzet'te iftardaydık.
    Tabii Lezzet, arkadaşımız Sevim Hanım'ın yaklaşık 5 ay önce açtığı, yemeklerin tamamen organik ürünler kullanılarak hazırlandığı bir mekan.
    Sofraya gelen yemeklerde aklınıza gelen her türlü malzeme (etten - tuza, undan - sebzelere kadar) doğal.
    Tabii Lezzet, Bahçelievler'de İzzettin Çalışlar Caddesi'nin, Adnan Kahveci Bulvarı (Medicana Hastanesi'nin bulunduğu) ile birleştiği noktada bulunan, Kahve Mania'nın tam karşısında. Mütevazi görünümlü bir mekan.
    Bahçelievler civarında oturuyor ya da çalışıyorsanız, yine doğal ürünlerden oluşan kahvaltı menülerini ve su böreklerini de deneyebilirsiniz.
    Paket servisleri de var.Temizlik, Lezzet ve Fiyat olarak mutlaka memnun kalacağınızı düşündüğüm Tabii Lezzet'i, sağlıklı beslenmeye özen gösteren
    ya da yediklerinde kimyasal/yapay tatlardan çok gerçek tatlar arayan herkese tavsiye eder;
    gittiğiniz vakit, özellikle ekşi mayalı ekmeklerinin tadına bakmayı unutmamanız gerektiğinin altını çizerim :)

    Tabii lezzet ile ilgili iletişim bilgilerine web sitelerinden ulaşabilirsiniz : http://www.tabiilezzet.com/

    Ramazan ayı için mânili bir karşılama

    On bir ayın sultânı
    Kıymetlidir her ânı
    Süslersin şu cihânı
    Hoşgeldin yâ Ramazan!

    Misafir :)


    Kendisi her akşam güneş batarken ailesiyle birlikte buralardan geçiyor, komşu bahçedeki ceviz ağacında bir mola vererek "muhteşem!" sesiyle bizi selamlıyor:)
    Yakışıklı misafirimizi sizlerle de tanıştırmak istedim, umarım bu güzel yaratıklar İstanbul semalarından hiç kaybolmazlar...

    Afrika Yardım Bekliyor !


    Son 60 yılın en kurak günlerini yaşayan Afrika ülkeleri çok zor durumda. Su ve gıda ihtiyaçlarını maalesef karşılayamıyorlar. Özellikle Etiyopya, Kenya ve Somali'de 700.000 den fazla insan bu nedenle ölümle burun buruna gelmiş halde.
    Bu konuda Türkiye'de bulabildiğim tek çalışma Kimse Yok Mu? derneği tarafından yapılan organizasyon. Maddi bağış toplayarak kuraklık bölgesinde kurdukları kamplarda insanlara su, yiyecek dağıtıyorlar, sağlık hizmeti sağlıyorlar.
    Benim ulaşamadığım başka yardım kuruluşları da olabilir.
    Lütfen bu konuda duyarsız kalmayalım, gerçekten çok küçük miktarlar ile açlık ve susuzluktan ölmek üzere olan birinin hayata dönmesine vesile olabiliriz.

    TURKCELL, VODAFONE VE AVEA tüm hatlardan "ACLIK" yazıp 5777`ye SMS göndererek, 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

    http://www.kimseyokmu.org.tr/haber809--gonulluler-son-60-yilin-en-kurak-donemini-yasayan-afrika-icin-seferber-oluyor.htm

    Domatesli Fesleğenli Makarna


    Malzemeler :
    Yarım paketten biraz daha fazla, tuzlu suda haşlanıp süzülmüş makarna
    2-3 çorba kaşığı zeytinyağı
    1 büyük rendelenmiş domates
    1 diş rendelenmiş sarımsak
    2 çay kaşığı toz şeker
    1 çay kaşığı tuz
    1 tatlı kaşığı sirke (tercihen elma sirkesi)
    8-10 dal iri kıyılmış fesleğen yaprağı (sadece yapraklar)
    Hazırlanışı:
    Rendelenmiş domates ve sarımsak, zeytinyağı ile birlikte tencereye alınır, 2-3 dakika kavrulur. Tuz, şeker ve sirke ilave edilerek 1 dk daha ateşte bırakılarak sosun özleşmesi sağlanır. Tencere ateşten alınır. Sosun üzerine hemen fesleğenler ilave edilip karıştırılır. Sosun sıcaklığı ile fesleğenler yumuşayınca, haşlanmış makarna da ilave edilip sosla iyice karışması sağlanır. Tencere tekrar ateşe alınır, makarna ile sos iyice karışıncaya kadar biraz daha ateşte bırakılır. Sıcak servis edilir.

    Lezzetli, düşük maliyetli ve çok pratik bir yaz yemeğidir.
    Yoğurt ve yeşil salata ile sağlıklı bir öğün oluşturur.
    Tarifimiz 4-5 kişiliktir.
    Afiyet olsun.

    Yeni Oyuncağım ve Bizim Bahçenin Halleri

    Bu gün pek maharetli yeni bir oyuncağım oldu. Bahçemizin sakinleri de ondan hoşlanmış olmalılar ki güzel pozlar verdiler :) Yeni fotoğraf makinemle canlı, renkli ve mutlu hallere tanıklık etmek dileğiyle...

    Uyan Ey Gözlerim

    2007 yapımı Eyüp Hamiş - Cihat Akyıldız albümü Düet Guitar & Ney Instrumental Sufi Music'ten bir parça... (Adaçayı'na teşekkürlerimle!)
    Yüzyıllardır gönülleri titreten bu muhayyerkürdi ilahiyi yazıp besteleyen padişah III.Murad'ın ruhuna rahmet, kıymetli müzisyenlerimizin de eline ve nefesine kuvvet olsun inşallah.
    "...
    semavatın kapuların açarlar
    müminlere rahmet suyun saçarlar
    seherde kalkana hülle biçerler
    uyan ey gözlerim gafletten uyan
    uyan uykusu çok gözlerim uyan

    bu dünya fanidir sakın aldanma
    mağrur olup tacu tahta dayanma
    yedi iklim benim deyu güvenme
    uyan ey gözlerim gafletten uyan
    uyan uykusu çok gözlerim uyan
    ..."

    Teşekkürler İletişim Yayınları !


    Yeryüzünü paylaştığımız farklı türlerdeki canlılar ile ilişkilerimizdeki sorunları çözmenin ilk adımı; bilinçlenmek ve bakış açımızı düzeltmek olabilir. Bunu yapabilirsek, davranışlarımız da düzelecektir.
    Bilinçlenme yolunda bize yardımcı olabilecek kitaplardan oluşan Hayvan Hakları dizisini yayınlayan İletişim Yayınları'na en kalbi teşekkürlerimle...
    http://www.iletisim.com.tr/kategori/hayvan-haklar%C4%B1-967.aspx

    Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

    Tutunamamanın getirdiği bunalımlar üzerine etkileyici bir öykü kitabı. Kitaba adını veren "Korkuyu Beklerken", "Unutulan" ve "Ne Evet Ne Hayır" tekrar tekrar okunacaklar listesinin en üst sıralarında yerini aldı. Ama itiraf etmeliyim ki en çok "Beyaz Mantolu Adam"ı sevdim.Hikayenin sonunda, Beyaz Mantolu Adam denizin derinliklerine karışırken, ben de beyaz bir manto giyip arkasından gitmek, denizle bir olmak istedim...
    "...Beyaz mantosuyla kalabalığa karıştı. Tentelerin bittiği yerde gökyüzüne baktı. Yerdeki bir su birinkintisinden güneşle birlikte yansıdı. Sonra su birikintisi kalabalıklaştı; lekesiz görüntüsünü, irili ufaklı gölgeler çevirdi. Mantosunu seyretmek için eğilince, henüz şaşkınlığı geçmemiş ve onu nasıl karşılamak gerektiğini bilmeyen topluluğu gördü suyun içinde..."(Beyaz Mantolu Adam-Sf.16)
    Hikaye-İletişim Yayınları-2008-27.baskı

    Sır - Mustafa Kutlu

    Bir bardak naneli limonata, tazecik demlenmiş çay, yeni sulanmış fesleğen kokusu gibi... İçinizi ferahlatan hikayeler.
    "...İkinci çocuk o nane kokulu suyun dağdan inip ovaya kavuştuğu yerde bir meyve bahçesi kurmuştu.
    Yedi cins elma, dokuz cins armut, bir o kadar vişne, kiraz, kayısı, ceviz yetiştirmişti. Kızılcıkların domur domur kırmızısı dallardan sarkıyordu. İncirlerden bal damlıyordu.
    Gelip geçenlerin, dertlinin-dertsizin, yolcunun-yolsuzun güpegündüz istedikleri kadar alıp yedikleri bu meyve bahçesine vardığımda ikinci çocuk dut pekmezi kaynatıyordu.
    Avuçiçi kadar bir toprak güvece, bir miktar bulanık su koymuş, saman çöpü ile karıştırıyor; bir yandan da güvecin altına üfleyip duruyordu.
    Selam verip yanına oturdum.
    Bana pekmez ikram etti.
    Şu bodur elmanın meyvesi kalbi kararmışlara, şu kara kiraz merhametten maraz olanlara, şu sulu şeftaliler ibadetten taatten beri duranlara, şu zerdaliler muratlarına ermemiş gün yüzü görmemişlere, şu ballı incirler de mal hırsından gözü dönmüşlere, diye diye her bir ağacı ziyaret ettik.
    Ben dahi o parmak kalınlığındaki suyun kenarına ikinci çocuk ile birlikte saman çöplerini bu cevizdir; bu da kiraz diye dikip durdum.
    Artık rüzgarın anlattıklarını anlıyor, karıncaların söylediklerini duyuyordum. Ağustos böcekleri kayısılar olgunlaşsın diye öterlermiş bunu da öğrendim. Ot biçtim, su suvardım, bel belledim. Gecenin kara çadırı altında yıldızları saydım. Yaprakların, çiçeklerin, çimenlerin, böceklerin, suyun, havanın, toprağın, dağların, kurdun, kuşun üzerine çekilen örtüleri araladım. İçimin içinde sönüp küllenmiş ateşte bulunan bir tek kıvılcım parladı. Aşkın alevi kalbin buzlarını eritti. Bu şifa bağının sahibi olan çocuk elveda deyip ayrılırken bana bir ufak saman çöpü armağan etti. Parmak kadar, kuru sarı, incecik bir saman çöpü..."
    (Cüz Gülü - Sf.89)
    Hikaye-Dergah Yayınları-2011-5.baskı

    Gezgin - Sadık Yalsızuçanlar

    Romanımız 12-13. yy. da Endülüs'te yaşayan İslam düşünürü Muhyiddin İbn Arabi'nin hayat hikayesi ve manevi yolculuğunu konu alıyor. Şeyhi Ekber'i tanımak için güzel bir başlangıç olabilecek Gezgin, okuyucusuna manevi alemlerden güzel kokular taşıyor.

    "...Kutsal Kitap'ta geçen, 'Dünya yaşamı, mal mülk ve daha çok çoluk çocuk edinmekten ibarettir.' düşüncesini anarak, 'İnsanın dünya ile ilişkisi, tek yanlı bir özveri olmaksızın süremez.' derdi. 'Ama kadın da erkek gibi o yola girer ve yolculuğunu en az onunki gibi bir derinlikte sürdürebilir.' deyince, bana bakarak gülümsedi ve 'Görüyorsun' diye konuştu, 'İnsanlar yolculuklarını gerçekte tek başına yapıyor.' 'Ama' diyecek oldum, 'Evet' dedi, 'Birlikte de yürünebilir, bu, yine de insanın o yolu yalnız yürüdüğü gerçeğini değiştirmez. Yoldaki işaretleri her yolcu kendi düzeyine göre anlamlandırır. Herkes yolda yalnızdır ve yoldaşlık ettiği halde, onun tıpkı doğum ve ölüm gibi yalnız gerçekleştiğini bilir. İnsanın bir sıçrama anında ulaştığı mertebe bu yalnızlığı şiddetlendirir. Ulaştığı bir düşünce veya kavuştuğu bir duyguyu ötekiyle paylaşmak sanıldığının aksine çok güçtür. Çünkü o süreçte, insanın kişisel çabası ve algı gücüdür, kendisine verilen bağışı elde eden. Allah, kullarını kendisi gibi Elif olarak yürütür. Elif, diğer harflerle nasıl bitişmiyorsa, insan da ruhsal gezisinde yalnızdır. Eş ya da çok yakın dost olan iki insana gelince... Öyle sanıyorum ki bu bir birleşme değil, bir karşılaşmadır. Ruhlar, ezeli mecliste birbiriyle tanıştığı için ve dünyaya insan bir yabancı olarak düştüğünden, bu vahşi arzda eski bir tanıdığa rastlamanın verdiği heyecandır söz konusu olan. Oysa insanlar duygularını birbiriyle değişmez, sadece birbirinin yalnızlığına dokunurlar. Bu durumda eğer insanın vahşi yanları belirir ve hırçın bir beraberlik olursa, o zaman iki ayrı insanın birbirini yaralamasından söz edebiliriz. Yok, bir ahenk içinde adımlarını atıyorlarsa, bu zaten, Allah'ın gerçekleştirdiği bir uyumdur. Yoksa bir birleşme değil. Dokunma ve birbirinin ruhuna girmenin daima sınırı vardır. O sınırı hiç kimse taşamaz. Allah Elçisi, evlendiği ve birlikte yaşadığı kadınlarla üzerine yüklenen o dağdan ağır yükü paylaşabildi mi?'
    Müsenna konuştukça yalnızlaşıyor gibiydi, yalnızlığı artıyordu anlattıkça ve ben, bedensel ağırlıklarının neredeyse tümünden kurtulmuş olan bu kadının, Allah'în Ferid isminin tecellisiyle, kendisini bir dağ gibi hissettiğini görüyordum..."
    (Sf.155)
    Roman-Timaş Yayınları-2005-3.baskı

    .

    phoenix
    Herkeslerin uzağı vardı ben çok çağırdım
    Benden önce bir kadını vardı herkeslerin

    İnattım, hoyrattım, sallanan bir bakraçtım
    Herkeslerin neşesinde ben hep sakardım

    Bendeki rüzgârla açılanlar
    Göğün aklından sarkanlar
    Sizden ne alacaktım? Bıraktım ...

    Deyin ki ağaç kovuklarında dolandım
    Her çalılıkta yazgımı biraz kararttım
    İnandığınız o hayrete ne yapsam varamadım
    Herkesler tamdı bir ben olmadım
    Bir çocuk düşerken ki gibi baktım
    Dünya çok alçak bir yer
    Uçmadım, uçmadım

    BAKRAÇ - Gonca ÖZMEN

    Ruhun şâd olsun Yunus

    ...
    İşitin ey Yârenler aşk bir güneşe benzer
    Aşkı olmayan kişi misâli taşa benzer

    Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
    Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer
    ...

    Yavrularım

    Cıvıl cıvıl halleriyle her sabah günümü aydınlatan bahar güzellerim.
    Şimdilerde bahçeye ekilip rahatça büyüyecekleri günleri iple çekiyorlar :)

    (Hüsnüyusuflar ve Kadifeler)


    (Hıdrellez Güzeli :) )


    (Bunlar da nazlı balkon güzelleri)

    Yoğurt

    (Yoğurt makinesine bir alternatif olarak kavanoz)

    Yoğurt, vücuttaki zehiri temizleyen, sindirim sistemi ve bağırsak dostu bir yiyecektir. Kalsiyum kaynağıdır.
    Sıcak havalarda bir kase soğuk yoğurt uykusuzluğa ve hararete birebirdir.

    Günümüzde süt ve süt ürünlerinin raf ömrünü uzatmak ve seri üretimde kaçınılmaz olan bir takım mikropları öldürmek amacı ile pastörizasyon işlemi yapılmaktadır. Bu işlem süt içerisindeki zararlı ve zararsız tüm bakterileri öldürür. Maalesef bu işlem sonucunda süt, gerçek kimliğini yitirir. İçeriğindeki bakterilerin ölmesi sonucu sindirimi zorlaşır. Kalsiyum bakımından çok fakirleşir. Sonuçta ortaya çıkan ürünün süte uzaktan akraba olduğunu ve yenmese daha faydalı olacağını söyleyebiliriz. Bu konuda internet üzerinde çok fazla araştırma ve bilimsel çalışma olduğundan, o işi ehline bırakarak gerçek bir yoğurdu nasıl elde edeceğimize geçebiliriz.

    Geleneksel Yöntemler ile Evde Yoğurt Yapımı :

    Yoğurdun hammaddesi süt olduğundan, yoğurt yapımındaki en kritik nokta da sütün kalitesidir. İyi bir süt ile yapılmış yoğurt, koyu kıvamlı ve lezzetli olacaktır.
    Dolayısı ile öncelikle pastörize edilmemiş ve su katılmamış çiğ süte ihtiyacımız var.
    Bu tarifte kullandığım süt Aysun Hanım'ın kızlarından. (http://aysunthesutcu.blogspot.com/)
    Sütçü sütü temin edemeyenler günlük şişe sütlerini de kullanabilirler.

    Öncelikle sütümüzü kaynatıyoruz. Bir cam kavanoza doldurarak soğumaya bırakıyoruz.


    Yoğurt yapmanın en önemli ikinci kritik noktası ise mayalama sıcaklığıdır. Süt elinizi yakmayacak sıcaklıkta olmalı ama soğuk da olmamalıdır. Çok sıcak mayalama yapılırsa yoğurt ekşi olur, soğuk mayalama yapılırsa yoğurt tutmaz. Bu konuda iki yöntem önerilebilir;
    Geleneksel yöntem : temiz elinizin serçe parmağını kavanoza daldırırsınız, elinizi rahatlıkla sütün içerisinde tutarak 10'a kadar sayabiliyorsanız ve eliniz yanmıyorsa süt mayalanma sıcaklığına gelmiş demektir.
    Bilimsel yöntem : Süt 35-40 C sıcaklığında ise mayalanmaya hazırdır.

    Yoğurdunuzun kaymaklı olmasını istemiyorsanız, mayalamadan önce bu aşamada ılınan sütün üzerinde oluşan kaymağı bir çorba kaşığı yardımı ile alarak sabahları kahvaltıda tereyağı yerine kullanabilirsiniz.


    Eğer doğal yoğurt mayası bulamazsanız, maya olarak tava yoğurdu ya da organik yoğurt kullanmanızı öneririm. Bunların hiç birini bulamazsanız pastörize yoğurt ile de mayalama yapabilirsiniz. Bunun yoğurdun tadına ve besin değerine bir zararı olmaz yalnızca pastörize maya kullanılan yoğurt biraz yapışkan kıvamlı olur. Ama pastörize yoğurt kaynaklı yoğurt mayası da 4 veya 5. mayalamada doğallaşır ve doğal yoğurt mayası elde edersiniz.
    Mayalama için 1 kg süte 1 çorba kaşığı maya yani yoğurt gerekir. Kasenin içine yoğurt ve ılınmış sütten bir kaç kaşık alarak çatalla çırpıp pürüzsüz bir ayran kıvamına gelmesi sağlanır.



    Sonra bu karışım kavanozdaki sütün üzerine boşaltıp tahta bir kaşık yardımı ile iyice karıştırılır.


    Üçüncü ve son kritik nokta : kavanozumuzu kesinlikle ve kesinlikle sarsılmayacak bir yere almamız gerekir. Üzerini ter yapmayacak şekilde bir peçete ve tabakla kapatıp, kalınca bir beze sarabilirsiniz.


    Kışın 4,5 (Dört buçuk!), yazın 4 saat sonra sardığınız bezi ve kavanozun kapağını sarsmadan açmanız gerekiyor. Ancak kavanozu yerinden kımıldatmadan 2-3 saat daha bu şekilde hava aldırarak bekletmelisiniz. Yoğurdunuzu bu süre sonunda da yiyebilirsiniz ancak buzdolabında 6-7 saat daha dinlendirdikten sonra daha kıvamlı ve lezzetli olacaktır.

    Afiyet, şifa olsun.

    Çılgın Cumartesi

    Geçtiğimiz cumartesi günübirlik bir Urfa turundaydım. Yorucu olduğu kadar keyifliydi de.
    Sabah 7:05 THY Şanlıurfa - İstanbul uçağına binebilmek için saat 4:30'da uyanmam gerekti. (Ya uyanamazsam tasası ile pek uyuyamadığım söylenebilir :) )Günlük güneşlik Şanlıurfa sabahı daha uçaktan inmeden içimizi açtı.

    GAP Hava Alanı'nda karşılanmamız pek bir şenlikli oldu. Yolcuların terminalden çıkışları ile birlikte davul zurna başladı. Rehberimizin açıklaması ile durum aydınlığa kavuştu, uçağımızdaki milletvekili adaylarının Urfa'ya inmesi şerefine düzenlenen bu kutlama, turumuz için neşeli ve dinamik bir başlangıç oldu.

    Uçaktaki kahvaltının üstüne bir de yol üzerinde açık büfe kahvaltı aldıktan sonra artık Harran'ı gezmek için hazırdık. Harran yolunda bir düğün ve bir cenaze merasimine rastladık, GAP projesi kapsamında suya kavuşmuş yemyeşil buğday tarlalarını gördük.

    (Harran Ovası)

    Şanlıurfa Harran arası yaklaşık 45-50 km. Harran'ın sapsarı toprağı, taşları, kerpiç evleri, 12.000 yıllık üniversite ve kale kalıntıları arasında dolaşırken tertemiz havasını içimize çekip uzunca bir süre yetecek kadar oksijen depoladık.

    (Harran - Üniversite Kalıntıları)

    (Harran Kalesi - Kapılar)

    Urfa'ya dönüş yolunda hepimiz çok yorgunduk, bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru arabamızdan yarı uyuklar halde keyifle seyrettik.

    Öğlen yemeğimizi Cevahir Konukevi'nde aldıktan sonra Balıklı Göl, Aynızeliha, Halilürrahman Camii, Hz. İbrahim makamı ve bu güzel mekanların çevresinde fışkırmış yemyeşil baharı seyretmeye koyulduk.

    Efendim gerçi biliniyor ama bir de benden dinleyin Balıklı Göl'ün hikayesini :
    Rivayete göre İbrahim Peygamber döneminin zalim hükümdarı Nemrut, putperestlikle mücadeleden vazgeçmeyen Hz. İbrahim'i ateşe atmaya karar verir. Urfa kalesine iki büyük sütun diktirerek bunların arasına bir mancınık inşa ettirir. Hz. İbrahim işte tam şu aşağıda gördüğünüz sütunların arasından, günlerce yakılarak kızdırılımış büyük bir yangının içine fırlatılır. Ama Hz. İbrahim daha yangının içine düşmeden ateşe ilahi bir emir gelir, "serin ve selametli" olması söylenir. Bunun üzerine o koca yangın bu gün bile hayran hayran dolaştığımız Balıklı Göl'e, içindeki odunlar da balıklara dönüşür.

    (Urfa Kalesi ve sütunlar)
    Balıklı Göl gerçekten ismi ile müsemma, içi silme balık dolu bir göl. İçinde 20cm ile bir metre arasında irice sayılabilecek balıklar var. "vay bu balıkların bir tanesi ile bir aile doyar" hesapları yaparken duyduk ki Urfa halkı bu balıkların kutsal olduğuna inanıyor. Hatta yenmek üzere avlanan balıkların yılana dönüştüğüne dair şehir efsaneleri dolaşıyor. Biz de bu söylentilerden etkilenerek 50 kuruşa bir kutu yem aldık, niyetimizi tutup balıkları besledik :)

    Balıklı Göl'den sonra isotçular pazarında, bakırcılarda alışveriş yaptık.
    Gümrük Han'da merengiç kahvesine doyamadık.

    Kahve diyince mırra dan söz etmemek de ayıp olur. Yapımı konusunda fazla bir malumat elde edememekle birlikte sadece kahve çekirdeğinden değil kahve çekirdeğini ve başkaca bir tohumu birlikte öğüterek hazırlandığını öğrendim. Naçizane kendi çapımda bir kahve tiryakisi olarak şu ana kadar içtiğim en sert kahve olduğunu söyleyebilirim.Zaten yudum yudum içiliyor, fincanla servis edildiğine bakmayın, içine bir bilemediniz iki yudumluk mırra dolduruluyor. Ciddi bir ayıltma, dinçleştirme etkisi var, öğlen yemeğinden sonra bizzat tecrübe ettim. Mideyi çok rahatsız etmiyor. Aşağıdaki şekildeki usulle servis edilen mırra yı içtikten sonra aman da aman fincanı masanın üzerine bırakmayın. Yoksa ya içini altın doldurmak ya da servis yapan delikanlıyı evlendirmek durumunda kalabilirsiniz. Bunlar da Urfa adetleri işte :)

    (Mırra)

    Eve dönme vakti gelmişti. Arabamıza binip hava alanının yolunu tuttuk.

    Dönüş yolunda Narlıdere mevkisinde gördüğümüz yeni yapılan betonarme binalar üzerinde yorumlar yaparken, rehberimiz bu bölgede eskiden büyük nar bahçeleri olduğunu ancak tüm nar ağaçlarının kesilerek yerine bu binaların dikildiğini anlattı. Bu esnada önünden geçtiğimiz Nar Heykeli şeklinde tasarlanmış havuzu gören kardeşimin "soykırım anıtı" benzetmesi çok yerindeydi.

    Akşam 21:00 THY Şanlıurfa - İstanbul uçağı havalandığında bu cennet diyar çoktan gecenin içerisine saklanmıştı bile.

    Velhasıl-ı kelam biz Dost'un diyarını çok sevdik, anılarımıza cennetten bir köşe olarak kaydettik, yine ziyaretine gitmeyi çok isteriz. Dileyenler, merak eden ve imkanı olanlara güneydoğumuzun bu güzel şehrini görmelerini de can-ı gönülden tavsiye ederiz.

    (Aynızeliha)

    Meraklısına Notlar :
    Turumuzu THY acentesi Cahit Bey ayarladı. Kendisine şu telefondan ulaşabilirsiniz:0506 973 46 68 Güney Doğu Anadolu turları düzenliyorlar. (Saygılı ve anlayışlı rehberimiz Yusuf'a tekrar teşekkürler. )

    Nisan - Mayıs ve Ekim ayları Urfa'ya gitmek için en uygun dönem. Yazın çok sıcak oluyormuş. Ayrıca Eski Urfa (yani Balıklı Göl ve civarı) hafta sonu turlar nedeni ile çok kalabalık oluyor. İmkanı olanlara hafta içi bir gün gitmelerini tavsiye ederim.

    Urfa'dan bakır ürünler, isot, biber salçası, nar ekşisi ve nar pekmezi alabilirsiniz. Fiyatlar oldukça uygun.

    Alışveriş yaptığımız yer : Karalök Ticaret - İsotçu Pazarı No : 38 - 0414 215 34 07
    Yöresel konaklama ve yemek için : http://www.cevahirkonukevi.com/