Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tek Kanatlı Bir Kuş - Yaşar Kemal

Kitap Kapağı
1960'lı yılların Anadolu'sunda geçen bu kısacık romanda, tayinlerinin çıktığı Yokuşlu kasabasına seyahat eden bir çiftin hikayesini okuyoruz.
Pastoral/fantastik bir anlatımı olan Tek Kanatlı Bir Kuş, hiç hissettirmeden okuyucusunu içine çekiyor. Kendinizi Yokuşlu kasabasının girişindeki ceviz ağacının altında Melek Hanım ve Remzi Bey ile kahve içerken buluveriyorsunuz.
Yaşar Kemal, "Bu romanımda korkuyu anlattım" diyor. Aslında bu bir korku romanı değil. Okuyucusunu korku üzerinde düşünmeye zorlayan bir roman. Bittiğinde de sizi şu sorular ile baş başa bırakıyor;
Korkulan şey mi insana daha çok zarar verir? Yoksa korkunun bizatihi kendisi mi?
Korkularına kapılıp uçmayan kuşun, tek kanadı kırık uçamayan bir kuştan netice olarak farkı var mıdır?

"...Tıpkı duvar gibi karanlık, karanlık kuş duvarına geldim dayandım. Kulağımın dibinde binlerce çığlık, kanat şapırtısı, gaga tıkırtısı... Kulaklarım vınlıyor. Bir adım yürüyemiyorum kuşlardan, bir adım. Üstümde kuşların ağırlığı, kanatları bir hoş, bir deli. Bir kokuyorlar deli deli. Bir öylesine yanıma yöreme doldular ki soluk alamıyorum. Soluksuz kaldım..."(Sf.60)

Roman-Yapı Kredi Yayınları-2013-3.baskı





Bir Tereddüdün Romanı - Peyami Safa

Bir yazar ve iki kadın, aralarındaki ilişkiler ve ilişkilerde yaşanan tereddütler, belirsizlikler üzerine kurgulanmış kitap, yazıldığı döneme ait başarılı psikolojik ve sosyolojik tahliller içeriyor.
Peyami Safa, kârisinin hem ruh hem de bedenine, kitabın tümüne sirayet etmiş tereddüt ve belirsizliği ustaca akıtıyor.
Yüksek oranda belirsizliğe dayanabilecekler için sürükleyici bir psikolojik roman.
Okunmaya fazlasıyla değecek bir klasik.
"...Hayattan aldığımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödedediğimizi bildiğim için, hiç bir şeyden yüzde yüz saadet ümit etmiyor ve yüzde yüz felâketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkânsızdır. Çünkü ruhî varlığımız hazla kederin muvazenesine istinat eder, işte en büyük adalet ve müsavat! İnsan çektiği ıstırap nisbetinde zevk duyar. Ne kadar acıkırsa yemekten, ne kadar yorulursa dinlenmekten, ne kadar ararsa bulmaktan o derece zevk alır. İhtiyaç ve ıstırapla muvaffakiyet ve saadet arasındaki bu riyazî tenasüp, bütün insanlar arasında tam ve ezelî bir müsavat temin etmiştir. Eğer bir adamın hayatında duyduğu haz ve keder yekûnları hesap edilecek olursa görülecektir ki hiç kimse kimseden daha fazla ne mes'ut ne de bedbahttır. Hepimiz kahkahalarımızı gözyaşlarımızla ödüyoruz ve bu hususta bir dilenci bir milyarderden farksızdır. Çok gülenin çok ağladığını söyleyen atalar sözü de bize heyecanlarımız arasındaki muvazeneden doğan bu büyük müsavatı bildiriyor..." (Sf.50)
Roman-Ötüken Yayınları-1999-15.baskı

Binbirinci Geceden Sonra - Necib Mahfuz

Nobel ödüllü Mısır'lı yazar Necib Mahfuz'un 1979 yılında yayımlanan eseri Binbirinci Geceden Sonra, Binbir Gece Masalları'nı sonlandığı yerden alarak, benzer bir üslupla, daha geniş bir karakter ve olay örgüsü ile devam ettirmeye çalışıyor. Bence başarılı bir modern masal denemesi. Şah Şehriyar'ın ülkesinden bir çok kahramanın kendi hikayeleri etrafında yavaş yavaş örülen roman, Şah Şehriyar'ın kendi içsel yolculuk hikayesi ile sonlanıyor.
Herkese söyleyecek sözleri, hikmetli ve siyasi mesajları olan bu kitabı;
Şehrazat'ın hikmetli hikayelerinin Şah Şehriyar'ın ruhuna ektiği tohumların ne zaman ve nasıl filizlendiğini merak edenlere,
masal okumayı ve dinlemeyi sevenlere özellikle öneririm.
(Maturella'ya teşekkürlerimle :) )
"Şeyh efendi konuştu :
'Bilmelisin ki altı engeli aşmadıkça 'salih' insanların, gerçek ermişlerin derecesine varamazsın... Birincisi, nimet kapısını kapayıp şiddet ve bela kapısını aralamandır. İkincisi ihtişam ve şeref kapısını kapayıp zillet ve tevazu kapısını açmandır. Üçüncüsü rahat ve lüks kapısını kapayıp ruh ve beden için cihad kapısını açmandır. Dördüncüsü, uyku kapısını kapayıp uykusuzluk ve fikir kapısını açmandır. Beşincisi, zengin olduğunu ve hiç kimseye ihtiyacın olmadığını vehmettiren kapıyı kapatıp her nefesinde Allah'a muhtaç olduğunu hissettiren kapıyı açmandır. Altıncısı ileriye dönük umutların ve planların kapısını kapayıp ölüme hazırlık kapısını açmandır.'" (Sf. 320)
Roman-Oğlak Yayınları-2002-1.baskı

Teşekkürler İletişim Yayınları !


Yeryüzünü paylaştığımız farklı türlerdeki canlılar ile ilişkilerimizdeki sorunları çözmenin ilk adımı; bilinçlenmek ve bakış açımızı düzeltmek olabilir. Bunu yapabilirsek, davranışlarımız da düzelecektir.
Bilinçlenme yolunda bize yardımcı olabilecek kitaplardan oluşan Hayvan Hakları dizisini yayınlayan İletişim Yayınları'na en kalbi teşekkürlerimle...
http://www.iletisim.com.tr/kategori/hayvan-haklar%C4%B1-967.aspx

Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay

Tutunamamanın getirdiği bunalımlar üzerine etkileyici bir öykü kitabı. Kitaba adını veren "Korkuyu Beklerken", "Unutulan" ve "Ne Evet Ne Hayır" tekrar tekrar okunacaklar listesinin en üst sıralarında yerini aldı. Ama itiraf etmeliyim ki en çok "Beyaz Mantolu Adam"ı sevdim.Hikayenin sonunda, Beyaz Mantolu Adam denizin derinliklerine karışırken, ben de beyaz bir manto giyip arkasından gitmek, denizle bir olmak istedim...
"...Beyaz mantosuyla kalabalığa karıştı. Tentelerin bittiği yerde gökyüzüne baktı. Yerdeki bir su birinkintisinden güneşle birlikte yansıdı. Sonra su birikintisi kalabalıklaştı; lekesiz görüntüsünü, irili ufaklı gölgeler çevirdi. Mantosunu seyretmek için eğilince, henüz şaşkınlığı geçmemiş ve onu nasıl karşılamak gerektiğini bilmeyen topluluğu gördü suyun içinde..."(Beyaz Mantolu Adam-Sf.16)
Hikaye-İletişim Yayınları-2008-27.baskı

Sır - Mustafa Kutlu

Bir bardak naneli limonata, tazecik demlenmiş çay, yeni sulanmış fesleğen kokusu gibi... İçinizi ferahlatan hikayeler.
"...İkinci çocuk o nane kokulu suyun dağdan inip ovaya kavuştuğu yerde bir meyve bahçesi kurmuştu.
Yedi cins elma, dokuz cins armut, bir o kadar vişne, kiraz, kayısı, ceviz yetiştirmişti. Kızılcıkların domur domur kırmızısı dallardan sarkıyordu. İncirlerden bal damlıyordu.
Gelip geçenlerin, dertlinin-dertsizin, yolcunun-yolsuzun güpegündüz istedikleri kadar alıp yedikleri bu meyve bahçesine vardığımda ikinci çocuk dut pekmezi kaynatıyordu.
Avuçiçi kadar bir toprak güvece, bir miktar bulanık su koymuş, saman çöpü ile karıştırıyor; bir yandan da güvecin altına üfleyip duruyordu.
Selam verip yanına oturdum.
Bana pekmez ikram etti.
Şu bodur elmanın meyvesi kalbi kararmışlara, şu kara kiraz merhametten maraz olanlara, şu sulu şeftaliler ibadetten taatten beri duranlara, şu zerdaliler muratlarına ermemiş gün yüzü görmemişlere, şu ballı incirler de mal hırsından gözü dönmüşlere, diye diye her bir ağacı ziyaret ettik.
Ben dahi o parmak kalınlığındaki suyun kenarına ikinci çocuk ile birlikte saman çöplerini bu cevizdir; bu da kiraz diye dikip durdum.
Artık rüzgarın anlattıklarını anlıyor, karıncaların söylediklerini duyuyordum. Ağustos böcekleri kayısılar olgunlaşsın diye öterlermiş bunu da öğrendim. Ot biçtim, su suvardım, bel belledim. Gecenin kara çadırı altında yıldızları saydım. Yaprakların, çiçeklerin, çimenlerin, böceklerin, suyun, havanın, toprağın, dağların, kurdun, kuşun üzerine çekilen örtüleri araladım. İçimin içinde sönüp küllenmiş ateşte bulunan bir tek kıvılcım parladı. Aşkın alevi kalbin buzlarını eritti. Bu şifa bağının sahibi olan çocuk elveda deyip ayrılırken bana bir ufak saman çöpü armağan etti. Parmak kadar, kuru sarı, incecik bir saman çöpü..."
(Cüz Gülü - Sf.89)
Hikaye-Dergah Yayınları-2011-5.baskı

Gezgin - Sadık Yalsızuçanlar

Romanımız 12-13. yy. da Endülüs'te yaşayan İslam düşünürü Muhyiddin İbn Arabi'nin hayat hikayesi ve manevi yolculuğunu konu alıyor. Şeyhi Ekber'i tanımak için güzel bir başlangıç olabilecek Gezgin, okuyucusuna manevi alemlerden güzel kokular taşıyor.

"...Kutsal Kitap'ta geçen, 'Dünya yaşamı, mal mülk ve daha çok çoluk çocuk edinmekten ibarettir.' düşüncesini anarak, 'İnsanın dünya ile ilişkisi, tek yanlı bir özveri olmaksızın süremez.' derdi. 'Ama kadın da erkek gibi o yola girer ve yolculuğunu en az onunki gibi bir derinlikte sürdürebilir.' deyince, bana bakarak gülümsedi ve 'Görüyorsun' diye konuştu, 'İnsanlar yolculuklarını gerçekte tek başına yapıyor.' 'Ama' diyecek oldum, 'Evet' dedi, 'Birlikte de yürünebilir, bu, yine de insanın o yolu yalnız yürüdüğü gerçeğini değiştirmez. Yoldaki işaretleri her yolcu kendi düzeyine göre anlamlandırır. Herkes yolda yalnızdır ve yoldaşlık ettiği halde, onun tıpkı doğum ve ölüm gibi yalnız gerçekleştiğini bilir. İnsanın bir sıçrama anında ulaştığı mertebe bu yalnızlığı şiddetlendirir. Ulaştığı bir düşünce veya kavuştuğu bir duyguyu ötekiyle paylaşmak sanıldığının aksine çok güçtür. Çünkü o süreçte, insanın kişisel çabası ve algı gücüdür, kendisine verilen bağışı elde eden. Allah, kullarını kendisi gibi Elif olarak yürütür. Elif, diğer harflerle nasıl bitişmiyorsa, insan da ruhsal gezisinde yalnızdır. Eş ya da çok yakın dost olan iki insana gelince... Öyle sanıyorum ki bu bir birleşme değil, bir karşılaşmadır. Ruhlar, ezeli mecliste birbiriyle tanıştığı için ve dünyaya insan bir yabancı olarak düştüğünden, bu vahşi arzda eski bir tanıdığa rastlamanın verdiği heyecandır söz konusu olan. Oysa insanlar duygularını birbiriyle değişmez, sadece birbirinin yalnızlığına dokunurlar. Bu durumda eğer insanın vahşi yanları belirir ve hırçın bir beraberlik olursa, o zaman iki ayrı insanın birbirini yaralamasından söz edebiliriz. Yok, bir ahenk içinde adımlarını atıyorlarsa, bu zaten, Allah'ın gerçekleştirdiği bir uyumdur. Yoksa bir birleşme değil. Dokunma ve birbirinin ruhuna girmenin daima sınırı vardır. O sınırı hiç kimse taşamaz. Allah Elçisi, evlendiği ve birlikte yaşadığı kadınlarla üzerine yüklenen o dağdan ağır yükü paylaşabildi mi?'
Müsenna konuştukça yalnızlaşıyor gibiydi, yalnızlığı artıyordu anlattıkça ve ben, bedensel ağırlıklarının neredeyse tümünden kurtulmuş olan bu kadının, Allah'în Ferid isminin tecellisiyle, kendisini bir dağ gibi hissettiğini görüyordum..."
(Sf.155)
Roman-Timaş Yayınları-2005-3.baskı